Türkiye’nin milliyetçileri Atatürkçüleri bu gerçekle yüzleşmeli

MİLLİ BEKÂ NEDİR NE DEĞİLDİR?

Türkiye, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim İndeksinde 45. sırada.

Dünyanın 18. büyük ekonomisi, velakin üretim ve milli gelir artışı toplumsal kesimlere eşitlikçi bir biçimde yansımıyor, emeğin payı her geçen gün azalıyor.

“Sahip olduğunuz servet bizden çaldıklarınızdır”.

Türkiye’nin Yolsuzluk Algı Endeksi’ndeki notu, 168 ülke arasında 66. sırada yer alıyor.

Vergiyi, dolaylı vergi, Ötv adı altında geniş ve fakir halk kesimleri ödüyor. Devlet kazancı vergilendirmiyor. Devlet aygıtını ele geçiren sermaye Vergi yükünün gelire oranı emekçi kesimler aleyhine artırıyor. Milli gelirin %54’ünü alan kesim toplam vergilerin %34’ünü öderken geniş halk kesimleri ve emekçiler vergi gelirlerinin %65’ini ödüyor.

Sonra servet vergisi diye bize ihsan teklif ediliyor. Hak ve adalet varsa konuşulması gereken yeniden paylaşım politikalarıdır.

“Hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi amacıyla dünya çapında çalışmalar yürüten Dünya Adalet Projesi’nin (The World Justice Project – WJP) her yıl düzenli olarak yayınladığı Dünya Hukukun Üstünlüğü Küresel Endeksinde Türkiye, geçen yıla oranla inanılmaz bir düşüş gösterdi. Endekste, Çin, Tanzanya, Zambiya gibi ülkelerin gerisinde kalan Türkiye, 142 ülke içinde 117. sırada yer aldı.

Böyle bir tabloda milliyetçiliği dili “kıpraşmayın tehlüke vaa!” olamaz.

Milli bekânın en büyük tehditti burada. Tekaüt çerakis memurlarından sufle alarak bu analizi yapamazsınız. Bu analizi 3 kıtada 150 yıldır devrimler yapıp devletler kuran, ayaklanmalar organize eden Avrasya’nın 20. yüzyılını belirleyen Atatürk ve arkadaşları gibi, Togan, Resulzade, Akçura, Galiyev, Gaspıralı, Zöhtabi, Çokay, Osman Hoca, gibi düşünen millici gelenek yapar. Onlar bağımsızıdırlar. Bağlılıkları tarihe, millete, Türk tininin devletlü millet olmaklığı ülküsünedir.

BİLGİ VE ERDEMİN İKTİDARINI NASIL KURACAĞIZ

Kütüphanelerimiz yok hükmünde. Bütün Üniversitelerimizdeki toplam kitap sayısı Harvard kadar değil.

“Bilgi hafızlığından, kafa sallamadan”, eleştirel akla dayalı “neden ve nasıl” soruları ile sorgulayan bilgi>bilinç ve tutum üreten akademik, bilimsel, bağımsız, fırsat eşitliğini gözeten bir eğitim anlayışına hızlı bir biçimde yönelmemiz kaçınılmaz. Bütün bilgileri ezberleyerek, bilgi hafızları yetiştirerek üretken olamayız.

Evde dahi yemeğin tuzuna da olsa henüz bir defa dahi itiraz edememiş, kızarak bir bardağı kıramamış, gerçek duygularını ifade edememiş milyonlar var bu ülkede. Bu sosyolojide hak , hukuk, örgütlenme, demokrasi, sorgulama kültürü neşv ü nema bulamaz.

Türkiye bu eğitim ve araştırma, üniversite yapısıyla çağla entegre olamaz. Bilgi, değer, etik ve estetik üretemiyor. Bütün süreçlere sefil bir anlayış hakim, sistemi sürükleyecek elitleri üretecek iklim ve ortam kalmadı. Herkes düşük bir vasatta talan ekonomisinin girdisi muamelesine tabi.

Akademik özgürlük indeksinde 164.sıraya indik bizden sonra kabileler var.

14. yüzyılda Sorbonne’de 2000 elyazması 15.yüzyılda Vatikan kütüphanesinde 2257 eser vardı. Aynı tarihlerde Türk İslam dünyasının kültür şehirlerinde 80.000 ve 100.000 ciltlik kütüphaneler vardı. Bu sayede Türkler başat siyasal aktörlerdi.(Daha önce başardık sihir ve tılsım burada!) Bu yapı Rönesans’tan sonra aleyhimize olmak üzere değişti. Hiç tılsım aramaya gerek yok. En çok kitabı olan “her zaman döver”. Rönesans öncesi Doğu dünyası bilgi üretiminde öncü olduğu için siyasi ve ekonomik kültürel üretimin odağıydı. Rönesans’tan günümüze gelen süreçte son 500 yılda süreç tam tersine döndü aynı oranlarda Batı öne geçti.

Yani iyi “peltek s çıkartıp ayn çatlatsak da” ,bakanlarımız gibi sünnete uygun “buyuk (=bıyık Krdz ağzı )” bıraksak da bu tabloyu değiştiremeyiz. Tadil-i erkâna uygun ibadet ederek de 24 saat çağdaş çağdaş, devrim, liberal ilerici, dalcı, kabakçı diyerek de olmaz.

Film burada koptu. Anlamamakta ısrar edersek, kaçıncı kez kafamızı duvara vuracağız bilinmez.

Uygarlık tarihinin bütün zamanlarında bilgi=güç ve iktidar bağıntısı hiçbir zaman değişmemiştir. Günümüzde ülkelerin üretim, refah, inovasyon ve rekabet gücünü bilgi üretimi yani kültürel sermayenin kalitesi ve niteliği belirliyor. Finans kapital, konvansiyonel sanayi ve üretim biçimleri 20. yüzyıldaki ağırlığını kaybediyor,4 nesil “fabrikasız ve hammaddesiz” sanayi çağına gidiliyor.

Bu çağda salça ve çekyat, televizyon yapmakla övünemeyiz.

Atatürk’ün Ekonomipolitik Penceresinden Bakarsak Her Zaman çözüm Var

TBMM partilerine sorduğunuzda milliyetçi, solcu ve muhafazakarlar. Oysa hepsinin ekonomi politik görüşü neoliberalizm. Atlantikçilik , NATO’culuk ve Neoliberalizm bugünün dünya siyasetinde artık bir paket settir. Seçmecesi yoktur.

Siyaset Bilimi literatürüne takla attırıyor partilerimiz. İçlerinde neoliberal olup emperyalizme ağız dolusu sövenler bile var. Büyük filozof Shayegan’ın tabiriyle “kültürel şizofreni” yaşıyoruz.

Bizim sorun ve ihtiyaçlarımızın Neoliberalizm içerisinde bir cevabı yok.

Atatürk gibi bakarsak çözüm var;

“Çözümümüz vardır: Türkiye’nin tarımsal üretimde temel girdisi olan mazot yaklaşık 1.5 milyar litre maliyeti 1.5 milyar dolar (vergisiz fiyat). Toplam (sıvı ve organik gübre dahil) gübre tüketimi 5.5 milyon ton olup, yaklaşık tutarı 2 milyar dolar. Toplamda mazot ve gübrenin 3.5 milyar dolar yıllık maliyeti var. Mazot ve gübreden alınan tüm vergileri kaldırıp, çiftçiye vergisiz mazot ve gübre vereceğiz. Çünkü, üretim maliyeti yükseldikçe, üretim düşmekte ve ithalat başlamaktadır. Bu kısır döngünün kırılması için ‘çiftçiye vergisiz mazot ve gübre’ vermek zorundayız. (Sadece 2022’nin 11 ayında bitkisel ham yağ ve tohum için 5.1 milyar dolarlık ithalat yapıldığını ayrıca belirtelim.)” .Tüm Türkiye tarım alanını ekecek mazot ve gübreyi bedava verilse bile üretim dönüşü bunu kat be kat finanse eder. Tarımda ürünün dönüşü 6 ay.

Akıllı bir tüccar bile böyle yapar.

KAYNAK NEREDE

Yakında mahalli idare seçimleri var. Türkiye il ve ilçe mücavir alanlarında bir yolda buharlaşan imar rantı yıllık 100 milyar dolardan az değil. Bu seçimle kayıt dışı bu imar rantını hangi ince gözlüklü reyiz ve çevresinin üleşeceğini seçeceğiz. Köyden tosun satıp şehre gelip hemşeri derneği kontenjanından encümen seçilip imar komisyonu üyesi olup köşeyi dönecekler. Sonra bu vasat, piramit gibi yukarı doğru genel siyaseti yapılandırıp elit beyaz yakalıları yönetecekler. Şarka özgü trajik döngünün işleyişi böyledir. Toplumun en vasat altı takımı tepeye geçer ve ilk bir milyonuna giremediği sosyolojiyi idare eder. Tüm partilerimiz meclis dışı birkaç istisnayla böyledir. Devrim, halk, dağğva, milliyetçilik, müselmancılık söylevleri dekoru tamamlıyor. Oysa coğrafyamızın yegane gerçeği güveçtir. Tarih boyunca bu coğrafyada güveci kim adil dağıtmış ve asayişi sağlamışsa biat ona olmuştur. Huzursuzluk dincilik ve ayrılıkçılık olarak tezahür eder derindeki yapı güveçten pay alamamaktır. Hakkari’nin üç katı Kürt nüfusu olan Gaziantep’te bu sığınmacı sürülerden önce Kürtler refahtan pay alıyor ve Hakkari’de sorun olan şey burada olmuyordu. GSMH 3,5 trilyon dolar fert başı milli gelir 30.000 dolar olursa ve adil dağılırsa dincilik ve etnik ayrımcılık çöker. Güveci maharetle siyasi maslahatı gözeterek dağıtan rızayı üretir.

Doğan Avcıoğlu 1960’larda milli gelirimizin %15’ini yatırıma döndüremezsek kalkınamayız derdi. %15’den vazgeçtim, devlet vergi ve maliye politikalarıyla eşit ve adil olarak 1 trilyon 200 milyar dolar olan GSMH’nın bu %10’luk kısmına üretim için el koyduğunu düşünelim. Bunu üst üste 10 yıl yapalım, 1 trilyon 200 milyon dolar kaynak ve bunun yaratacağı kredi payıyla Türkiye uçar. Ne açlık, ne yoksulluk, ne de işsizlik kalır.

Sahiden Türkiye’nin milliyetçileri Atatürkçüleri bunu istiyor mu?

Tabi ki hayır?

Bu gerçekle yüzleşmeliyiz.

Yalanla gidilecek bir yer yok artık ey sistem partileri.

İmar rantının vergilendirilmesi, kat karşılığı sözleşmelerden ve imar değişikliği sebebiyle oluşan değer artışından sabit yüzde 20 vergi alındığı takdirde yıllık yaklaşık 50 milyar dolar kaynak yaratılmaktadır. Borsa gelirlerinden yüzde 15 sabit oranlı vergi alınsa, tüm kamu açıkları finanse ediliyor. 2022’de borsa ortalama olarak 230 gün açık kalıp, günde ortalama 63 milyar TL işlem yaparak yılda 14 trilyon 490 milyar TL ciro yaptı. BIST endeksi ise 2022’de yüzde 196 arttığına göre ortalama kazanç yüzde 196’dır. Biz bunu (zarar edip dip yapan hisseleri dikkate alarak) muhafazakar bir bakışla yüzde 125 olarak kabul edelim ve toplam kazancı hesaplayalım. Buna göre Borsa’da 2022’de ortalama olarak yüzde 125 ‘spekülatif’ kazanç üzerinden yıllık işlem hacmi yüzde 125 kazanca göre 7.6 trilyon TL olur. Bu kazançtan yüzde 15 sabit oranlı ‘spekülatif kazanç vergisi’ alınmış olsaydı, 1 trilyon 153 milyar TL vergi kazancı olmuş olacaktı. Bunun ‘dolar karşılığı’ ise an itibarıyla 57 milyar 675 milyon dolardır. Bu vergi, ‘SGK ve Aile Bakanlığı’ sosyal yardım açıklarını [1 trilyon TL’den (50 milyar dolardan) fazladır] kapatıyor ve üste tarımsal destek için gerekli kaynak fazlasıyla kalıyor. Eskişehir Beylikova Nadir Elementler alanı 2 yılda Solvent ilkel yöntemiyle değil çağdaş bilimsel teknolojiyle üretime açılacak ve yıllık 50 bin ton üretimle 10 milyar dolar gelir elde edilmesi mümkün olacaktır.”

Demek ki sorun kaynak değil zihniyet sorunu. Bu köleci paradoksu kırma iradesi.

OYUN KURMAK MI OYUNCU OLMAK MI

Kozmik odayı aratan Amerika, Türkiye’nin sipariş ettiği uçakların parasının üstüne yatan Amerika, 15 Temmuzu yapan Amerika, yeniden müttefik Amerika oluyor Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanının gözünde. Bakanın tabiriyle “oyun kuran Türkiye’nin” şirketlerini ABD elçiliği kendi ülkemizde tehdit ediyor. Vatan partisi dışında sert atıcı milliyetçiler dahil kimsede ses yok! Peki Türkiye’ye gelen tehditler nereden geliyor? ABD ve NATO’dan geliyor. Türkiye’nin dünyadaki jeopolitik gelişmeler okuyacak ülkenin ihtiyaç ve kapasitesini analiz edecek bir entelektüel âlim devlet aklına ihtiyacı var. Gardaş milliyetçisi, boğazlı kazak solcusu, şadırvan müselmanında bu ufuk ve birikim yoktur.

Türk siyasetinin tamamına yeni bir alternatif lazım.

”Amariga” bizim dostumuzdur. Clinton depremzede bebeğin yanağından makas aldıydı” naifliğine teslim olmamak gerek.!.

Bugünün dünya jeopolitiğinde Türkiye ve Rusya ABD ve NATO’nun hedefidir. Dinci ve bölücü terör NATO’nun hibrit savaş unsurları olarak iki ülkeyle savaştadır. Aksini iddia edebilecek olan var mı?

ARAYA BİR NOT

Bekri Mustafa ricası : İktidar olursanız CNN ve Habertürk vb kanalların tartışmacı ahalisini ilahi korosu yapın. Birinci ilahi “Doldur sofi çay doldur”, İkinci “Bitmez çorba aryası çok sesli flütle” Üçüncüsü “cürmüm ile geldim sana” aralarda yandım Allah! nidaları olmalı.

Sonuç olarak Atatürk’ün kurucu felsefesine ve ekonomi politik anlayışına bağlı milli ve Atatürkçü seçmen ya bu içinde olduğu, tarafı olduğu yalanı devam ettirerek kendilerini ve ülkeyi mahvedecekler ya da adam gibi oturup akil insanlarıyla çözümü konuşacaklardır. Mevcut tabloda Türkiye’nin iki büyük partisi anayasanın ilk üç maddesini değişip görece, sözde iktidarını sürdürmeye razıdır.

Milletimiz gerçekten buna duruma razı mı?

Bunu yapabileceklerini gerçekten düşünüyorlar mı?

Daha önce bu emperyalizm tarafından denendi, şamar sesi gökyüzüne çıktı!

Tarihten ders almak lazım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir